30 Ara 2008

İpekböceği

Yeni yıla girmemize saatler kala, 2008 senesinin şahsımdan intikamı acı oldu. Birkaç gündür, karın yağmasını can-ı gönülden arzulamak suretiyle, sabah mesaiye giden birçok insan tarafından kara listeye alındım. Bu kişilerden birinin -ki ben kim olduğunu gayet iyi biliyorum- "buzda düşersin de elin kolun kırılır inşallah" bedduası tuttu. Sünnet maşallahı gibi vücuduna 2008 asmış iskelet, yerini 2009 yazılı küçük velede bırakacakken yaptı yapacağını. Sağ elimi kırmış bulunuyorum. Kırık aşağıda da ayrıntılı görülebileceği üzere, sağ el 4. kemiktedir.





Bu ortopedik olay vesilesiyle; alçı, sargıbezi ve bilimum flaster vb. ile girdiğim ipekböceği kostümümün, yeni yılda yapılacak kostümlü partinin en gerçekçi ve en güzel kostümü seçilmesi ve şahsıma şampanyamsı şekilde balonlarını ahenkle havaya püskürten kalsiyum sandoz kokteyli hediye edilmesini temenni ediyorum. Şaşalı kostümümün ayrıntıları aşağıdadır:







Haftanın rüküşü seçilmemek ve yarışmacıların ve izleyenlerin damak tatlarına hitabetmek adına mönüye bir de portakallı ördeksel ipekböceği seçeneği ekledim. Umarım bu zengin mönü beni üst sıralara taşır ve dün akşam evinde misafir edip de bizi aç bırakan o yaşlı bunak denyoya kapak olur.





Evet, bir "rapor aldık, yatıştayız" programının daha sonuna gelirken, 2008 denen o bunağı parsalamak istiyor, "2009'un da o küçük tombiş kıçını ıstırırım" diyerek herkesin yeni yılını kutluyorum.

26 Ara 2008

Yashua


Hristiyan dinine mensup insanların İsa'nın doğumunu kutladığı bu günlerde, İsa ile ilgili daha öncesinde yazdığım bir yazıyı revize ederek paylaşmak istedim. Din konusu çok hassas bir konu olduğu için mümkün mertebe İsa'yı dinsel bir kimlik olarak değil de, politik bir kimlik olarak incelemeyi seçtim.

Noel yani İsa'nın doğumu denen hadise, 24 Aralık gününü 25 Aralık gününe bağlayan gece kutlanır. Bu konuda çok ciddi görüş ayrılıkları olsa bile, Noel'in bu tarihlerde kutlanmasının Hristiyanlık açısından özel bir anlamı vardır. Öncelikle Hristiyanlık bünyesinde İsa'nın mitleştirilerek bir pagan formu gibi sunulması açısından önemli bir tarihtir Noel tarihi.

Çoğu görüşün üzerinde uzlaştığı üzere, Hristiyanlık, Roma İmparatorluğu içinde çetin mücadeleler sonucu yayılabilmiş ve bunu gerçekleştirebilmek için de çok ciddi değişikliklere uğramıştır. Kabul görebilmek, tanıdık olmak ile başlar. O halde Hristiyanlığın Roma'nın eski inanışlarından etkilenmemesi, pagan kültürüne sırt çevirmesi söz konusu değildir. Bu değişimler; Hristiyanlarca özel günlerin pagan kurallarına göre yeniden şekillenmesine kadar gitmiştir. Örneğin, İsa'nın doğumu 6 Ocak'ta kutlanırken, eski pagan kültü "Sol Invictus(yenilmez güneş)" şenliğinin yapıldığı ve gün ışığının tekrar uzamaya başladığı Aralık ayının son haftasına (24 Aralık) kaydırılmıştır. Dünya'nın güneşe en yakın olduğu tarih 3 Ocak'tır. (Gün beri) İsa'nın doğumunun önceleri güneşin dünyaya en yakın olduğu tarih olan 3 Ocak'tan 3 gün sonra 6 Ocak'ta kutlanması, daha sonra da Günlerin tekrar uzamaya başladığı gün olan 21 Aralık'tan yine 3 gün sonra 24 Aralıkta kutlanmaya başlaması ilginçtir ki, 3 sayısı gerek inanış, gerekse de mimari tarz anlamında Hristiyanlarca kutsal üçlemeye vurgu yaptığından önemli bir sayıdır. Ayrıca benzer bir biçimde Hristiyanlık, kutsal gün olarak Pazar gününü, yani Sunday(Güneş günü) kendisine seçmiştir. Son olarak haç sembolu, temeli eski Yunan ve Mısıra kadar uzatılabilecek dinsel bir semboldür. İlk Hristiyanlar haç sembolü yerine balık sembolünü tercih etmişlerdir. Bunun nedeni, "İsa Mesih Tanrı'nın oğlu, bizim kurtarıcımız" cümlesinin baş harflerinin Yunanca balık kelimesine tekabül etmesidir. Şöyle ki; "I(Iesous-İsa) CH(Christos-Mesih) TH(theou-Tanrı(nın)) U(hulos-oğlu) S(soter-(bizim)kurtarıcı(mız))" Yunanca cümlesinin baş harfleri biraraya getirildiğinde ICTHUS kelimesi elde edilmektedir. Bu kelime de Yunanca balık anlamına geldiğinden balık sembölü özellikle ilk Hristiyanlarca hem bir şifre, hem de bir logo olarak kullanılmıştır. Bunun yanısıra, haç figürü, özellikle Mısırda"Hayata gelmeyi", daha net bir ifadeyle fiziki ve sonsuz tüm yaşamı betimleyen bir sembol olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, Yahudilerde Musa ve asasını temsil eden, ucu olmayan bir haç figürü kullanımı mevcuttur. Son olarak, ilginç bir şekilde, yine Güneş Tanrısı Apollon'un asasını temsil eden ve günümüzde kullanılan haç figürüne çok yakın bir sembolün eski Yunan'da kullanıldığı, hatta madeni paralara basıldığı bilinmektedir. Velhasıl, Eski Yunan ve Roma dinleri ve mitolojileri, günümüz Hristiyanlığının temel taşlarını oluşturmuşlardır.

Hepimizin bildiği gibi İsa, hayatı tam bir politik kurgu içinde geçmiş hristiyan dininin peygamberidir. Dünyada şimdiye kadar en çok tanınmış insan, hayatı kendi dininde bile büyük bir itina ile tamamen değişik sunulmuş ve kendi dininde bile bir çok şekilde yanlış tanıtılmış tarihsel bir karakterdir.

İsa, Beytüllahim kentinde doğduğunda, Yahudi tahtının varisiydi. Babasız olarak dünyaya gelişinin ardında, İsa'nın babası şudur diyebileceğimiz gerçek bir kanıt olmadığından veya kilisenin yıllarca hristiyanlığın dinsel meşruiyetini sağlamlaştırmaştırmak için isayı "pagan" formu gibi ortaya koymasından ötürü İsa'nın babasız olarak dünyaya geldiğini teorik olarak kabul etmemekle birlikte, pratikte kabul ediyoruz. Peki İsa neden gayet aristokrat, varlıklı ve zengin bir haham iken, yıllarca marangoz olarak bilindi? Bunun en önemli nedeni, İsa'nın aslında Yahudi tahtının varisi olması dolayısıyla, Roma imparatorluğu'nun meşruiyetine karşı bir hareket içinde oluşu, bu sebeple çarmıha gerilişi(!) ve bu sebeple tekrar dirilişidir(!). Olayın biraz daha içeriğine baktığımızda muazzam bir diplomasi yeteneği ve muazzam politik manevralarla İsa'nın bunu başarabildiği açıktır. Ancak İsa'dan sonraki İsa takipçileri, İsa'nın aristokrat kimliğini gizlemeyi, öğretilerinin Roma imparatorluğu topraklarında yayılabilmesi açısından daha makul bulmuşlardır. Keza İsa'nın babasız oluşu, bekar ve çocuksuz oluşu gibi özellikleri de bunun içine katarak daha sonra politik bir aksiyondan bir mit ve en sonunda dine dönüşecek yapının bu şekilde kurgulandığı açıktır.

İsa dönemindeki Ortadoğu, bilindiği üzere karışıktır. O dönemin Kudüsü'nün; insanlara vaazlar veren bir çok dinsel tarikatın bulunduğu, bunlardan bir çoğunun "kurtarıcı" bekleyerek, Arimathealı Yusuf eliyle vaftiz edilen insanlardan oluştuğu bilinmektedir. İsa da Arimathealı Yusuf eliyle vaftiz edilmiş, sonradan öğretilerini aynı yönde yaymaya başlamıştır. İsa'nın hayatına baktığımızda onun Eski Ahit'i okumuş olduğu ve kasaba kasaba dolaşarak vaazlar verdiğini biliyoruz. Bu sırada çeşitli havariler edindiği, bunlardan birinin de Magdalalı Meryem olduğu aşikardır. Hatta İsa ile Meryem arasındaki yakınlığın, diğer havariler arasında sıkıntıya yol açtığı da bilinmektedir. İsa'nın hayatında bir başka Meryem daha vardır. Bu da havarilerden Lazarus'un kardeşi Beytenyalı Meryemdir. İsa'ya , eski ahitte vurgu yapılan ve eski kıralların çoğunun uyguladığı yöntem olan "meshedilmek" yani "yağlanmak" eylemini, Beytenyalı Meryem sümbül yağı kullanarak bizzat kendi saçları ile ile yapmıştır. Yani isa'yı mesheden ve tüm eski krallar gibi mesih olmasını sağlayan, yağlayan Lazarus'un kardeşi Beythenyalı Meryemdir. Ve bir çok yerde, Magdalalı Meryem ile Bethenyalı Meryemin aynı kişi olduklarına dair bir çok ispat ortaya konulmaktadır. Havarileri bile kıskandıracak şekilde İsa'ya yakın olan Meryemin, İsa'nın karısı olduğu açıktır. Kaldı ki o dönemde bir hahamın evli olması gerekmektedir ki, il il dolaşıp vaaz verebilsin. Ayrıca İsa'nın mahiyetindeki bir kadının da isa ile dolaşabilmesi için mutlaka mahiyetinden biri ile, veya İsa'nın kendisi ile evli olması gerekmektedir. (Ayrıca Lazarus'un kardeşi Meryem de Yahudi hanedanının bir diğer soyundan gelmekte ve bu vesileyle tahtın varisi olan İsa ile evlenme ve iktidarın meştuiyeti açısından güçlü bir önermedir.)

Görüldüğü üzre, İsa, tahtın varisi olması dolayısıyla gerekli tüm bürokratik edimleri yerine getirmiştir. Meshedilmiş (yağlanmış) hatta eski ahitte vurgu yapılan şekilde, "bir kurtarıcı gibi", törenler eşliğinde bir eşşek sırtında kudüse girmiştir. Kudüs halkı onu Nasıralı bir haham kral olarak selamlamıştır. (Burdaki Nasıralı sözcüğüne de vurgu yapmak gerekir. İsa Nasıralı değildir. Beytüllahim doğumludur. O dönemde nasıra diye bir kentin varlığı bile şüphelidir. Kaldı ki İsa'nın çarmıhındaki "Iesus Nazarenius Rex Iodorium"(Yahudilerin Kralı Nasıralı İsa) yazısındaki Nazarenius ifadesi, Nasıralı İsa'yı değil, İsa'nın bağlı olduğu Essenilerin bir kolu olan Nazarene tarikatını ifade etmektedir.İsa'nın kendi iktidarını bu şekilde ortaya koyması ve Roma imparatorluğunun Yahudi ibadethanelerinden aldığı haraç masalarını (oğluyla birlikte (bkz: barrabas)) basarak tekmelemesi sonucu Roma valisi Pilatus tarafından (istemeye istemeye) çarmıha germe cezasına çarptırılmıştır. Bu noktada İsa'nın tahtın varisi olduğu gözönüne alındığında, Roma imparatorluğu varken, meşru bir krallık kurması mümkün görünmemektedir. Burada dinsel bir düzlemde meşruiyet sağlama amacıyla, Roma valisini de işin içine katarak bir yeniden diriliş dümeni tezgah edilmiş ve çarmıh cezası bu şekilde onanmıştır.

İsa'nın çarmıha gerilmesine geçmeden önce, kana kasabasındaki bir düğünden bahsetmek anlamlı olacaktır. Bu düğün yeni ahitte, İsa'nın suyu şaraba çevirdiği ve ilk mucizesini gerçekleştirdiği olay olarak geçer. Ancak İnciller bu noktada birbirleriyle çelişmektedir. Yuhanna incilindeki bir takım ifadeler: Örneğin: "Yh. 2,1-12 Üçüncü gün Celile'nin Kana köyünde bir düğün vardı. İsa'nın annesi oradaydı. İsa ile şakirtleri de düğüne çağrılmışlardı. Şarap tükenince İsa'nın annesi O'na, «Şarap kalmadı» dedi. İsa, «Anne, benden ne istiyorsun? Benim saatim daha gelmedi» dedi. Annesi hizmet edenlere, «Size ne derse onu yapın» dedi... "Burada fakir bir marangozun annesi olan Meryem'in hizmetçilere emir vermesi, düğün sahibi gibi endişe içinde İsa'ya gelip şarabın bittiğini söylemesi dikkat çekicidir. Burada açıktır ki, düğün İsa'nın kendi düğünüdür ve ordaki tüm aristokrat eşraf bu düğüne davetlidir. Basit bir marangoz olan İsa'nın da ne bu şekilde bir düğünü finanse edecek, ne de düğünden sonra (karısı) magdalalı meryem tarafından saçlarıyla mesholacağı sümbül yağını alacak ekonomik gücü bulunmaktadır. Yine aynı İncilin biraz ilerleyen bölümünde bir davetli ile İsa arasında geçen konuşmaların olduğu bölüm ilginçtir : "«Herkes önce iyi şarabı, çok içildikten sonra da kötüsünü sunar. ama sen iyi şarabı şimdiye dek saklamışsın.» isa bu ilk mucizesini celile'nin kana köyünde yaptı ve yüceliğini gösterdi. öğrencileri de o'na iman ettiler." Görülen odur ki, Kana köyündeki bu olaylar, İsa'nın politik duruşunun ve aslında basit bir marangoz olmadığının ispatıdır.

İsa bilindiği gibi kudüste Golgotha (kafatası) tepesinde çarmıha gerilmiştir. Naaşı da gömülmek üzere Aritmehea'lı Yusuf'a verilmiştir. Halbuki İnciller bu konuda yine çelişkilidir. İsa'nın aslında bir kaç kişinin izlediği bir idam töreniyle Yusuf'un evinin bahçesinde üç kişi ile birlikte çarmıha gerildiği, ve İsa'ya inananların da bunu uzaktaki golgotha tepesinden izledikleri rivayet edilmektedir. Çarmıha gerilenin isa olup olmadığı da bu yüzden çok netlik kazanmamıştır. İsa'nın I.N.R.I yazısı ile çarmıha gerilmesi, onun önemli bir suç işlediğinin kanıtıdır. Zira Roma döneminde ölüm cezası sadece Roma valiliklerince verilmektedir. Çarmıha germe ise devlete karşı işlenen suçlarda uygulanan en kıdemli cezaların başında gelmektedir. Çarmıha gerilen iki hafta çarmıhta canlı kalabilir. Eğer ki valilik bağışlanma kararı çıkarırsa, çarmıha gerilenin dizleri balyozla kırılarak akciğerlerinin sıkışması ve ölümünün çabuklaşması sağlanır. Hırsızlık ve adi suçlar için bu cezasın verilmesi söz konusu değildir. İsa çarmıha gerildiğinde yanında çarmıha gerilen "Barrabas" isimli kişinin, kilise tarafından yıllarca "hırsız" olduğu yayılmıştır. Halbuki "Barrabas" ibranice "bar rabbi" kökünden türemiş, babanın oğlu, rabbin oğlu anlamına gelmektedir. Büyük ihtimal, fanatik bir Esseni taraftarı olan İsa'nın oğludur. Söylenene göre İsa çarmıha gerildikten 10-15 dakika sonra ölmüştür. Sağlıklı bir insanın bu şekilde çabuk bir biçimde ölmesi olası değildir, kaldı ki çarmıha gerilen Roma aleyhtarı suçluların 1-2 hafta çarmıhta bekletilerek çürümeye terkedildikleri ve cesetlerinin de gömülmedikleri bilinmektedir. Böyle olunca İsa'nın ölümü biraz şüphe uyandırmaktadır. İsa çarmıha gerildikten az bir süre sonra susamış ve mızrağın ucuna takılı süngerden su içmek yoluyla bu isteği yerine getirilmiştir. Suyu içtikten hemen sonra da ölmüştür. Acaba suyun içine, daha az acı çekmesi için uyuşturucu bir madde mi katılmıştır? Ayrıca muhafızlar tarafından ölüp ölmediğini kontrol için sağ kaburgasının biraz altından dürtülmüştür ki, çarmıh resimlerinin çoğunda görülen bu yara bu sebeple oluşmuştur. isa'nın öldüğü anlaşılınca naaşı Yusufa teslim edilmiş ve yusuf'un bildiği bir yere, üzerine kocaman bir taş örtülerek gömülmüştür. İsa gibi Romaya karşı gelerek çarmıh şeklinde ciddi bir cezaya çarptırılan suçlunun bu kadar torpilli olması kuşku uyandırmaktadır. Pilatus'un İsa'yı neden Arimathealı Yusuf gibi politik ve dinsel (fanatik bir esseni) karakterin bahçesinde, gözlerden uzak çarmıha gerdiği, neden naaşı çarmıhta bırakmayarak Yusuf'a teslim ettiği kuşkuludur. Velhasıl İsa ertesi gün mezarından kalkmış, ve havarilerine (ilk önce Magdalalı Meryem) görünmüştür. Bu şekilde de "gökyüzünün krallığı" anlayışının başlangıcı olan ölmeyen ve dirilen İsa miti hayata geçmiştir.

Görüldüğü gibi daha çok politik vurgusu olan bir karakterin bu denli dinsel bir kimliğe oturması, kendi kurguladığı manevralar sonucu ve havarilerin İsa'nın ölümünden sonraki çabaları eseridir. İsa'ya bir kitap inmemiş, Yeni Ahiti oluşturan tüm kaynaklar insan eliyle yazılmış ve daha sonra İznik Konsülünde belli bir sayıya indirilmiştir. Her ne hikmetse İsa'nın karısı kilise tarafından fahişe, oğlu Barrabas da hırsız ilan edilerek yok sayılmıştır.

Bu noktada İsa'nın akıllı bir devlet adamı olduğu ve dünya tarihindeki en gizemli yaşam öyküsüne sahip olduğu açıktır. Ancak kanımca İsa'nın kendisi bile, siyasi meşruiyeti dinsel temellere oturtma amacı ile başlayan bu politik hareketin bu denli yaygın bir dine dönüşeceği düşünmemiştir.

Not: Bu yazı sadece belli bir bilimsellik çerçevesinde, tarihi bir karakterin hayatındaki kurguları ortaya koymak amacıyla yazılmıştır. Herhangi bir eleştiri amacı taşımamakta, sadece olanı şahsi düşünceler doğrultusunda analitik bir düzlemde resmetme amacını gütmektedir.

24 Ara 2008

Paralel


Hayat ne kadar da net. İki doğru birbirine ya paralel ya değil. Paralel olmayan her doğru kesişiyor, paralel olanlar ise asla aynı noktada temas etmiyor birbirlerine. Paralel kelimesinin günlük hayattaki kullanımı açısından ne büyük bir ironi var oysa. Normal hayatta paralel demek; uyum içinde, kesişen demek. "Bizim O'nunla görüşlerimiz birbirine paralel" cümlesinde olduğu gibi. Bu neye tekabül ediyor? Görüşlerimiz bir yerde buluşuyor, ortak noktada kesişiyor ifasinin ta kendisine. Peki neden paralel kelimesinin matematiksel anlamı ile, kelimenin hayat içinde kazandığı anlam birbirinden farklılaşmış? Kanımca bu farklılaşmak, paralel olmanın geometrik yorumuyla alakalı. Geometri derslerimizi hepbirlikte hatırlayalım. Bir soruda iki doğrunun birbirine paralel olma ihtimali, o sorunun çözümünü kolaylaştıran özel bir durumun ifadesiydi. İki doğru birbirine paralelse açılar, üçgenler, kenarlar hep daha kolay bulunurdu. İçimize su serpen bir ferahlığı vardı AB//DC ifadesinin. Hal böyle olunca, paralel kelimesi, kanımca gerçek hayatta içimize su serpen bir uzlaşma, anlayış, yakınlaşma doğrultusunda farklı bir anlamda ifade bulmaya başladı gerçek anlamını yitirerek. Aynı düzlemde birbirine paralel olan iki doğrunun kesişmeyeceği varsayımı, paralel olmak kavramında, aynı düzlemde, aynı görüş bünyesinde, aynı noktada çakışmak halini aldı. Fikirleri yakın olan insanlar, hep paralel kelimesini kullanarak bu yakınlığı betimledi. Oysa paralel olmak yakınlığın hep sabit olması demek değil miydi? Çakışmamanın, kesişmemenin, birleşmemenin ifadesi değil miydi?


Bir an için paralel kelimesinin uzlaşma anlamını unutarak, sosyal ilişkilerde matematiksel anlamıyla kullanmayı deneyelim. "Bizim O'nunla görüşlerimiz birbirine paralel" cümlesi nasıl tam tersi bir anlama bürünüyor değil mi? Asla aynı düzlemde buluşmayacak, birbirine yaklaşması olası olmayan, sonsuza dek uzlaşamayacak iki insan portresi çiziyor bu ifade. Muhtemelen birbirini çekemeyen, tasvip etmeyen iki insanın birbiri için sarfedeceği bir cümle halini alıyor. Hazır matematik derslerimizi hatırlamışken, biraz da edebiyat bilgilerimizi tazeleyelim. Ziya Paşa'nın ünlü Terkib-i Bendi'nde yazdığı bir beyiti hatırlayalım.

Erbab-ı kemali çekemez nakıs olanlar
Rencide olur dide-i hüffaş ziyadan

Yani diyor ki: "Olgun insanları çekemez eksiği olanlar, yarasanın gözleri ışıktan rahatsız olur." Kısacası matematiksel anlamda paralel kelimesinin sosyal hayattaki ifadesi, aslında normal ifadesinin tam tersi biçimde Ziya Paşa'nın bu beyitinde vücut buluyor. Beyiti edebi olarak incelemeye devam edelim. Burada bir leff-ü neşir; Türkçe bir ifade ile toplama, yayma söz sanatı var. Yani şair ilk beyitte dağıttığı kavramları, ikinci beyittekilerle ilişkilendirerek topluyor. Şöyle ki, Erbab-ı kemal (Olgun insanlar) kavramını, ziya(ışık) kavramıyla ilişkilendirip topluyor. (Burada ziya kelimesi hem ışık, hem de şairin kendisini betimlediği için hoş bir tevriye sanatı da söz konusu.) Aynı şekilde şair, nakıs olanlar (eksiği olanlar) ile hüffaş (yarasa) kavramlarını dağıtarak topluyor. Burada şu parantezi açmak söz konusu: Leff-ü neşr söz sanatı, iki şekilde gerçekleştiriliyor. Birincisi birbirleri ile ilişkilendirilerek toplanıp yayılan kelimelerin geometrik olarak çapraz olması ki buna leff-ü neşr-i muvassal(çapraz leff-ü neşir), geometrik olarak paralel olmasına da, leff-ü neşr-i mürettep (Dizili, paralel leff-ü neşir) deniyor. Ziya Paşa'nın Terkib-i Bendi'nde gerçekleştirdiği tip, tam da paralel kelimesinin gerçek hayattaki anlamına ters bir biçimde çapraz leff-ü neşir.

Gönlümde ateştin,gözümde yaştın
Ne diye tutuştun,ne diye taştın.


Beyitindeki leff-ü neşir ise, anlamı ile doğru orantılı olarak ateş ve tutuşmak, yaş ve taşmak kelimeleri ile ilintilendirildiğinde paralel tarzda. Ne ilginç ki gerçek hayatla ilişkilendirildiğinde gerçek anlamında kullanıldığında olmayan biçimde bir paralelliği, yani sonsuza kadar kavuşamamyı vurgulayan bir matematiksel ifadeyi gözler önüne seriyor.

Edebi örnekler ile matematiksel yorumlar karşılaştırıldığında ortaya şu manzara çıkıyor. Paralel olan aslında gerçek anlamı ile kesişiyor. Paralel olmayan ise hayat boyu matematiksel anlamının tersine kavuşamıyor. Sonuç itibariyle paralellik kanımca boş bir kümenin, içi doldurulmaya çalışan geçersiz bir ifadesi. Bir sayının 0'a bölümü gibi tanımsız. (0 yazarken shift tuşuna bastığınızda = ifadesi, yani birbirine paralel iki doğru çıkıyor. Yani sıfırı büyük yazmak nasıl imkansızsa, paralellik de aynı şekilde tanımsız)

Yani balatası sıyrılmış bir şekilde demem odur ki, gelin canlar bir olalım. Paralel olmak dik olmak bahane, mühim olan insan olmak hoba hey.

Sen bana paralel
Ben sana paralel
Paralel paralel
paralelli
Taralel taralel
taralelli

Ümit Yaşar Oğuzcan