29 May 2013

Çocukluk kadar güzeldi her taşında hayat...

Çocukluk kadar güzeldi her taşında hayat...
Ben biraz adam olduysam
ve mısır ekmeği kokulu taraçalarda
geçen afili yıllara inat adam olamadıysam,
sebebi sensin.

Akşamları bir serin dalga kıran gibi
yanı başımda yaşattıysam bunca sene
ve hiçbir halimi bir nebze bile olsun
sormadıysam bir bilene,
seni benden daha iyi bilen olmadığındandır.

Yaklaş. Gel de yüzünü göreyim.
Sonbahar çizikleri olmadan sarı ruhsuz dikenlerin...
Gel de koklayayım tenini...
Kısa kollu gömleğimin içine dolduramadığım rüzgârına inat.
Gel de kokunu duyayım.
Pamuk şekeriymişçesine pespembe,
tatlı, ellerime yapışır gibi hoyrat...
Uzatma da yaklaş…

Bir deniz feneri kadar ömrüm yok,
olamaz da bütün bu keşişlemeye rağmen.
Martılar da akşam ezanını duymuşlarsa
ve güneş tüm kavgasına rağmen, solmuşsa,
batıda bir yerlere yanaşmışsa,
ben işte hep aynı iskeledeyim.

Çocukluk kadar güzeldi her taşında hayat...
Kazıdığım isimler sıvalarına aşklarım değildi.
Bizzat sendin aşkım, gerçeğim.

Çocukluk kadar güzeldi her taşında hayat...
Al beni rüzgârına, tekrardan uçur…
Al beni artık hiç söylenmeyeceğim.
Beni o kıyıdan bu kıyıya at,
Gömleğimi hiç iliklemeyeceğim.

22 Eyl 2012

cengiz kurtoğlu

genç olsak yine be!

daha lpg çıkmamış az yakıt tüketen türk arabalarında dinlesek yine o tınılı org seslerini...

ya da aliağa izmir arası seyirten petrol tankerlerine el edip de, dolu tanker ardımızda, ellerimizde sigara... yine kumar oynasak hayatımızla!

genç olsak yine be!

bir tek sansak dertleri. saf, elde edilmemiş sevgilinin kahpeliklerine dert yanarak eritsek tüm hüzünleri ve dünyanın en çilekeş insanı sanarak kendimizi, uyusak iki efes ekstranın ardında ve en özel ve erişilmez sanarak sabun kokulu bir çarşafta son bulan asiliğimizi, olması gereken bir erkek gibi göğsümüzde taşısak o yalancı bitirimliği...

genç olsak yine be!

bir sigarayı mavi mavi üfleyerek ersek tüm hayatın anlamına. veya iki bira üstü yavan akşamlarda erdiğimizi düşünsek... düşünmekle, düşündüğünü yapmak arasında bir fark olmasa. o farkın o kadar büyüdüğünü anladığımız o kekre zamanlardaki şu acıyı çekmesek. biz acı çeksek de yeganesi "daha yokluğunun ilk akşamında" çekilmiş olsa...

genç olsak yine be!

ulan cengiz kurtoğlu! ben babamı senin kadar dinleseydim adam olmuştum!!!


20 Mar 2012

ayvalık

kimseyle paylaşamıyorum.

sadece benim olsun istiyorum... anılarım.

zaman geçtikçe elimden kayacaklar, kopup gidecekler diye korkuyorum.

kimseyle paylaşamıyorum.

öğle üstü pervazların güneşten yanmış dayanaklarında misafir beklediğimiz günler. o altın günler. her derde an be an devanın yetiştiği günler geri gelsin istiyorum.

kimseyle paylaşamıyorum.

bir ikindi vakti bol şekerli kahve getirsin anılarımda iki beyaz el. tüyü bitmemiş gençliğimin coşkulu dokunuşları kabarsın imbat üstü lodosla. bir lacivertlik, bir morluk olsun dalgaların kokusunda. ben bir martı gibi kaçayım, akrabalar koşuşsun telaşla yokluğumda. ben altın sarısı bir meydanda balıkçıları izlerken, herkes peşisıra sussun huzurumda.

ulan bi ölme babane. beş dakika canlan gözünü seveyim. on değil beş ya! eski hikayelerden anlat beş dakika.

bir gemici düğümü yanaşan vapurun bağlasın tüm hayatımı. "buçukta kalksın" kalksın da bir daha dönmesin o vapur. hep dolaşsın çocukluğumun kıyılarında

ben bunu yazıyorum ama. kimse okumayacak ulan. hiçbir zaman dönmeyecek o altın günler geriye...

iki iskele arasında bir sevdamız vardı o yıllarda..

şimdi iki vakit arasında bir büyümüşlük...

ulan diyorum kimse anlamayacak...

ben taşını toprağını öyle sevdim işte.kimseye söyleyemiyorum. ben yaşadım. ama ne yaşamak!

kimseyle paylaşamıyorum!!!

6 Kas 2010

Alba

Bir zamana sıkışmamış, her zamana hakim olan kadınlar benim kadınlarımdı...

Onu çok eskilerden tanıyordum. Hatta cennetten beraber kovulduk bile diyebilirim. Mısır piramitleri yapılırken saray balkonundan birlikte ünlü Sfenks'in gözlerine bakmıştık. Pers orduları Sparta önlerine geldiğinde onu bırakıp savaşa giden bendim. 11. yüzyıl İngilteresinde ise beni bırakıp başka bir adamla evlenen, sonra mutsuz olup da atın üzerinde upuzun saçlarıyla çırılçıplak dolaşmak zorunda kalan da O'ydu... O ve Ben. Dünya varoldukça var olacak ve neye ait olduklarını bilmeyen ama neden ait olduklarına dair olan o sırrı her hayatlarında tekrar keşfetmesi gereken iki sevgili. O ve Ben.

Hangi ismini en çok sevdiğimi biliyorum. Sanırım O'nu ilk tanıdığımda (bu hayatımda) bana söylediği isim çok tanıdık geldiği için en çok o ismini seviyorum. Alba... Aslında bu ismi zikretmem yasak. Bunu O yasakladı. Benimle ilgili yasakladığı tek şey de buydu belki de.

Yaşadığım müddetçe O'nu aradığım ve tüm kadınlarda O'nu bulmak istediğim doğru. İşin ilginç yanı ise O'nda her kadından izler bulduğum. Sanki dünyadaki tüm kadınları biraraya toplamışlar, aynı kurnada eritmişler ve ortaya O çıkmış gibi. Alba! Bu sebepten ötürü O'na dünyadaki tek kadınmış gibi davranmayı sevmiyorum. O bence tüm kadınların toplamı. Sanırım O'nu bırakıp ardından baktığımda herkesin O'na değişik bakmasının, O'nun da herkese değişik bakıyor olmasının sebebi bu.

Yaşadığımız tüm hayatlarda güzelliği hep sorun oldu aslında. O'nun yüzünden Troya halkı felakete uğramamış mıydı? Ben O'nu kaçırıp da koskoca bir halkın ölümünü izlemiş ama aslında buna zerre üzülmemiştim. Sonra O beni çölde bulduğunda O'nu tanımayışım. Tanrım, ne kadar da acı bir hayattı o seferki... Size ısrarla O'nun güzelliğinden bahsetmiyor oluşumu sanırım farketmişsinizdir. Çünkü gerçekten bu bir sorun yaratıyor. Zira burada O'nu tarif ettiğim kelimeler büyülü bir hal alıp da sizde farklı duygular uyandırabilir. Bunun olmasını istemem.

O'nu en çok çıplakken sevdiğim doğru değil. Ama elinde parlak bir kılıç; sol bacağını öne çıkarıp, kılıcı da hafif ters ama dümdüz tuttuğu o meşhur duruşunu en çok sevdiğimi söyleyebilirim. Bunu eski hayatlarımızda çokça yapmış olmasından mı kaynaklı bilmiyorum. Ama bu hayatımızda bunu yaptığında O'na aşık olduğumu söyleyebilirim. Daha O'na aşık olma nedenlerimden binlercesini de sayabilirim. Mesela O'nun aslında bir vampir olduğunu size söyleyemem. Gerçi bu O'na aşık olma nedenlerimden değil ama O'nun vampir olma hikayesi beni O'na aşık eden şeylerdendi. Belki de kendi güçsüzlüğüme aşık olmuştum bilmiyorum. Vampir olduğu o hayatında O'nu koruyamamış ve belli belirsiz O'nunla sevişerek O'nu dönüştüren o yaratıklara karşı koyamamıştım. Ama O'na aşık olma nedenlerimden biri bu da değil. Sanırım o sevişmede gözlerinde gördüğüm o mutlak zevk ve bunu tamamen içimde, bir kadın gibi hissedebilmek beni O'na aşık etmişti.

Sevişmek demişken, O'nunla sevişmelerim üzerine de bir kaç satır söylemek isterim. Ancak bu ne sizi ilgilendirir ne de O'nunla sevişmek üzerine söylenecek şeyler bir kaç satır içinde geçiştirilmeyi hakeder. Dolayısıyla bu konuya burda değinmem pek doğru değil.

Şarap O'nun içkisi bunu biliyorum. En başından beri de hep O'nun içkisiydi. Ben sırf bu yüzden çarmıha gerildiğimde O'nun gözlerine bakıp da, "öldüğümde benim kanımmışçasına kutsal kılın bu içeceği" demiştim. Rivayet o ki, O'na ilk taşı fırlatan günahsız kişi hiç şarap içmeyen biriymiş. Evet şarap O'nun içkisi. Ne eksik ne fazla! Her gece bir kadeh kırmızı şarap. (Hoş cennetten kovulmamızın nedeni O'nun şarap sevgisi değil miydi? Hayır değildi. O hep tutabiliyordu kendini de sanırım benim küpler dolusu şarabı Tanrı'dan gizli cennetteki en büyük ağacın altına istiflememdi kovulma nedenimiz. Şimdi bunun önemi yok!) O'na olan aşkımı zamanında kağıtlara dökerek rubaileştirmem de O'nu kaybettikten sonraydı o hayatımda. Şarap içip sevişmek ve hayatı buna vakfetmek düşüncesi sarmıştı dört bir yanımı. Hala da taşırım ya bu düşünceyi, sanırım O'nu kaybetmiş olmanın her hayattan bir ötekine aktardığı bilinmez bir etkinin sonucu bu.

Peki ya biz neden her hayatta birbirimizi buluyor ve birbirimizi bulma nedenimizi bilmeden o kutsal aidiyetle sarmalanıyorduk? İnanın bunu şu an bilmiyorum. Zaten hayatımızın amacı da bu nedeni bulmak değil mi? Hayır hayır! Evlenip mutlu bir evlilik yapmaktan çok daha ulvi bir nedenimiz olmalı bizim. O'nun bu kadar güzel, benim bu kadar cesur olmamın başka bir nedeni olamaz çünkü...

Şimdi karşımda oturuyor elinde bir geniş bir şarap kadehiyle. Kafamı kaldırıp O'na bakıyorum. Sağ elindeki sigarasından son bir nefes alıp söndürdü sigarayı usulca. Okuduğu kitaptan etkilenmiş belli. Az sonra başını kaldırıp bunu yazdığımı bildiği halde bana okuduğu şeyi anlatmaya başlayacak.

Şimdi karşımda oturuyor. Her hayatta hep karşımda bir şekilde oturan bu güzellik. Şimdiki hayatımızda diğerlerine nazaran biraz daha geç bulduğumuz doğru birbirimizi. Şimdi karşımda oturuyor. Sırrı beraber çözmek, sırra kadem basmak adına! Seni çok özledim. öyle değil mi ALBA?


14 Oca 2010

Ütopya

PARASIZ BİR DÜNYA MÜMKÜN MÜ?
-EOLIA ÖRNEĞİ-

Parasız bir dünya tasarlamak ve onun işleyiş biçimlerini kabaca ortaya koymak adına, öncelikle para nedir ve güncel ekonomik ilişkiler anlamında neden hayatidir, bunu anlamlandırmaya çalışmak gerekmektedir. Para, bilindiği gibi, değişimin en temel aracıdır. Paranın ortaya çıkma zorunluluğu, ekonomik hayatın daha basit ve etkin yürütülmesinin gerekliliği ile belirmiştir. Şöyle ki, bir malın, diğer mallar cinsinden bedelinin hesaplanmasının zorluğunun yanı sıra; her malın, her başka mal cinsinden hesaplanması zorluğu da ekonomik hayatın basitleştirilmesi önünde engel teşkil etmiştir. Bir çuval buğday ile kaç yumurta alınacağı, o kadar yumurta ile kaç ekmek alınacağı ve kaç ekmeğin ne kadar altına tekabül edeceği örneğindeki malların değer olarak denklikleri karmaşıktır. En nihayetinde bu karmaşıklık; buğday, yumurta ve ekmeğin altın cinsinden ifade edilmesi ile basitleştirilmiştir. Bu belki de insanlık tarihindeki en büyük buluştur. Her malın değeri, altın (para) ile ifade olmaya başlanmış ve ticaretin önündeki en büyük engel konumunda olan standardizasyon eksikliği ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla, doksanlı ve iki binli yıllarda gündemimizi epeyce meşgul eden küreselleşme kavramının ilk dalgası daha o dönemlerde yaşanmıştır diyebiliriz. Tamamen küresel olmamakla birlikte, medeniyetin var olduğu Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında para kavramının kullanılmaya başlaması o dönemin dünyası açısından küresel bir eğilim yaratmıştır. Herkes değişik büyüklüklerde, değişik madenlerden yapılmış paralar kullanmış ve bu paraların farklı ülkelerdeki geçerliliği de mümkün olabilmiştir. İlk başlarda masum bir ekonomik etkinlik ve basitlik gayesi ile hayatına başlayan para kavramı değişen ekonomik sistemlerle birlikte daha belirgin bir ağırlığa sahip olmuştur. Edindiği bu ağırlıkla yetinmeyen para, Antik Yunan ve Roma ile birlikte ilk reklam aracı olarak da kullanılmış, paraların üzerine kendi resimlerini bastıran imparatorların halk nezdinde popülerleşmesinin ve meşrulaşmasının aracı olmuştur.

Araç niteliğinde olan ve her daim bu şekilde kurgulanan para, nasıl olmuş da araç niteliğinden saparak, bir amaç niteliğine bürünmüştür? Değişim aracı olan para, aslında kendi başına hiçbir ekonomik değer üretmezken, kendi kendine değer üretir olmaya başlayınca, araç olma vasfı da ortadan kalkmıştır. Şöyle ki, para üzerinden para kazanılması mümkün olmaya başladıktan sonra, faiz türü kazançların ortaya çıkması, paranın bir değişim aracı olma vasfını ortadan kaldırmış, ona bir amaç niteliği yüklemiştir. Paranın kendi kendini fazlalaştırıp, kendi değerini yaratması onun mutlak yaratıcı vasfına bürünerek tanrısallaşmasının da önünü açmıştır. Para artık kişiye oturduğu yerden yeniden para kazandırır olmuş, kişi çalışmadan, üretmeden, sadece paranın fiyatını kullanarak yaşamını sistem içinde idame ettirir konuma gelmiştir. Değişik bir bakış açısıyla belki de bu sebepten tüm tek tanrılı dinler paradan para kazanmanın günah olduğunu, faizin haram olduğunu savunmuştur. Zira çalışmadan, emek vermeden üretmek, yaratmak bu dinlere göre sadece Tanrı'ya mahsustur. Lakin para, kendi varlığıyla yine kendi kendine büyüyen, yaratan bir şey olarak Tanrı'ya eşit konuma gelmiştir. Hatta insanların istek, arzu ve ihtiyaçlarını yeryüzünde karşılayabilen bir Tanrı olarak, tüm tanrısal figürlerin önüne geçmiştir. Zira para kavramı cenneti yeryüzünde insana sunma, mutlak özgürlük gibi imkânlarla olmazı olur kılmış ve kapitalizm denilen dinin tek ve mutlak tanrısı olmuştur.

Para kavramının sosyal hayatta bu kadar önemli bir yere oturması, Sanayi Devrimi sonrası toplumlarında şiddetlenmiştir. Ücret kavramı ile para karşılığında işveren tarafından satın alınan emek olgusu da paraya indirgenmiştir. İnsan hayatının her alanı paranın denetimine, onun belirleyiciliğine teslim olmuştur. Artık parasız olmak bir itibar kaybı, bir değersizlik ölçütü haline gelmiş, kişilerin diğer kişileri paraları ile değerlendirmesi sonucunda paranın, toplumsal itibar anlamında fiziksel gücün yerini alması süreci başlamıştır. İnsanlar (özellikle erkekler) fiziksel güçleri, cesaretleri, dürüstlükleri ile toplumda itibar gören kişiler olmaktan çıkmış, paraları oranında toplumun itibar katmanlarına dizilmişlerdir.

Dolayısıyla Para'nın dini olan kapitalizm ve onun tanrısı Para, insanlık tarihinin belirli bir döneminin insanlığa uymayan aktörleridir. Zira fuhuş, hırsızlık, cinayet, uyuşturucu gibi suç veya eylemler hep paranın olduğu düzenlerin sonucudur. Kadınlar para için bedenlerini zorla satarlar. İnsanlar para için birbirlerini öldürürler. Kendisinde olmadığı veya almaya hakkı olmadığı için, yani parası olmadığından bir şeyleri çalar insan. Velhasıl tarih boyunca yaşanan tüm savaşlar da bunun kanıtıdır. Para için, sömürü için, güçlü olan devletler diğerinin kaynaklarına el koyar, milliyetçilik adı altında kendi halklarını, demokrasi ve/veya özgürleştirme adı altında da başka ülkenin kaynaklarını ve halklarını sömürürler.

Peki, bunca kötülüğe yol açan, bu kötülüklerini hep bildiğimiz ama bilmezden geldiğimiz para kavramının olmadığı bir dünya düşünmek mümkün mü? Bence mümkün. Hem de çok daha olası bir biçimde mümkün. Bakalım Eolia halkı bu sistemi nasıl hayata geçirmiş...

Eolia Dünya üzerinde henüz var olmamış post endüstriyel bir adadır. Yüz ölçümü yaklaşık Avrupa kıtası kadardır. Tek ama büyük bir kıta olduğundan değişik etnik gruplara, değişik iklim koşullarına ve değişik endüstriyel yapılanmalara sahiptir. Şöyle ki, kuzey kesimi iklimin daha sert olması sebebiyle tarımsal üretimin değil de, hammadde üreten fabrikaların yoğunlaştığı ve Kint ırkına mahsus kişilerden oluşan bir coğrafyadır. Orta Eolia daha çok, Noma ırkına mensup kişilerin yaşadığı, ormanlık, dağlık kısmen endüstriyelleşmiş ama daha çok çeşitli hammaddelerin üretildiği bir coğrafyadır. Güney Eolia ise Noham ırkına mensup kişilerin bulunduğu, yaz turizminin geliştiği, tarımsal üretimin üst düzeyde olduğu bir coğrafyadır (1). Elbette ki Kuzey Eolia kadar gelişmiş olmasa da endüstriyel faaliyetler yoğundur.

Değişik ırkların oluşturduğu Eolia başlı başına bir ülkedir. Ülkenin siyasi yapılanmasında ırksal temel göz önüne alınmamıştır. Eolialı insanların en önemli özelliği ise para kullanmayan endüstriyel bir toplumun üyeleri olmalarıdır. Herkes, normal bir biçimde çalışmakta ve bir mesleği icra etmektedir. Ancak kimse bunun karşılığında para kazanmaz. Sadece çalışarak o toplumda var olabilme hakkını elde ederler.

Eolia ülkesinde parasız bir topluma geçişin altında yatan sosyal, kültürel ve ekonomik nedenleri anlamlandırmak açısından, Eolia tarihine göz atmak faydalı olacaktır. Eolia’da ilk insan topluluklarının ortaya çıkması ile birlikte, insanlık çevresini anlamlandırma ve tanımlama kaygısına düşmüştür. Doğa olaylarını izleyen insanoğlu, tek tek doğa olaylarının aslında birbirleri ile ilişki içerisinde olduğunu gözlemlemiştir. Bu sebeple, Eolia’lı ilkel insanlar, gözledikleri her bir doğa öğesini kişiselleştirerek daha kolay tanımlama yoluna gitmişlerdir. Şöyle ki, Eolia mitlerine göre; dağ, deniz, gece, gündüz, rüzgar, ateş, su gibi doğal öğelerin kendi kimlikleri ve benlikleri bulunmaktadır. Kişiselleştirilmiş bu doğal öğeler, Eolia inanışına göre tıpkı insan gibi tepki vererek, bazen kızar, gürler, taşar ve doğaya etki ederler. Coğrafi öğelerin bu durumu, Eolia inanışına göre onların tek tek hoş tutulması ve birlikte ortaya çıkan bu doğal uyuma saygı duyulması algısını oluşturmuştur. (Coğrafi öğeleri kişiselleştirerek hoş tutma anlayışı, “deniz hoş tutulmazsa dalgalanır, kara hoş tutulmazsa sallanır, gök hoş tutulmazsa fırtınayı çağırabilir” şeklinde özetlenebilir.) Doğal öğelerin bu şekilde kişiselleştirilmeleri, tek ve yaratıcı Tanrı algısı yerine, birbiriyle uyum içinde yaşayan kişiselleştirilmiş doğal öğeler inanışını ortaya çıkarmıştır. Eolia mitleri daha ayrıntılı incelendiğinde, doğal öğelerin kişiselleştirilmelerinin yanı sıra kendilerini karşıtlarıyla var ederek oluştukları sonucuna varılabilir. Şöyle ki, gece, gündüz; yer, gök, güneş, yağmur hep birbirlerinin karşıtlarıyla, terslikleriyle anılır olmuş ve bu karşıtlıklar, bu öğelerin denge içinde tanımlanmasını olanaklı kılmıştır. Gecenin olmaması durumunda gündüzün de var olmayacağı fikri, denizin bu bağlamda karanın varlığı ile tanımlanması algısı, Eolia dinsel inanışının temelini oluşturmuş, başlangıçta kişiselleştirilmiş her doğa öğesinin kendi karşıtını bulduğu fikriyle Eolia sosyal hayatını da biçimlendirmiştir. Örneğin Eolia’lılara göre gece, saygı duyulan ve kendi kişiliği olan bir dinsel formken, evrende gündüzü bularak kendini var etmiş ve bu karşıtlık algısı, bir çatışmadan çok bir denge inanışı biçiminde sosyal yapıya yansımıştır. Aynı şekilde yerin ve göğün, karanın ve denizin, havanın ve rüzgârın, hep bu karşıtlık içinde birbirlerini buldukları düşünülmüş, bu durum ise Eolia ilkel düşünürleri tarafından bütün bu unsurların birbirlerini bularak evrenin oluşmasına katkıda bulundukları şeklinde yorumlanmıştır. Eolia dinsel inanışındaki bu öznellik, Eolia’lıların toplumsal hayata bakışını da biçimlendirmiştir. Eolia ülkesinde, insanın ortaya çıkması ve hayatı anlamlandırması sonrasında oluşan bu inanç düzeneği, toplumsal olarak da insanın doğanın kopmaz bir parçası olduğu inanışını da beraberinde getirmiştir. Nasıl ki doğada her öğe kendi karşıtı ile varsa ve bu karşıt ile dengede hareket ediyorsa, insan da insan ile ve insan olmayan tüm doğal öğelerle aynı şekilde uyum içerisinde hareket etme zorunluluğunu taşımaktadır. Bu algı Eolia’lılar açısından toplumsal bir örgütlenme içinde yaşama gerekliliğini de ortaya çıkarmıştır. Bu noktada kadın ve erkek arasındaki ayrım tıpkı gece ve gündüz, gök ve yer arasındaki ayrım gibi somutlandırılmış, insanın erkek ve kadından oluştuğu ve bu iki cinsin de denge ve uyum içinde yaşama zorunluluğunu doğurmuştur. Dolayısıyla Eolia toplumu içinde var olan her bir birey, ancak bireysellikten uzak olan sosyal bir yapının parçası şeklinde kendini tanımlayan düşünsel yapı ile kültürel alanda ortaya çıkmıştır.

Yukarıda kısaca değinilen dinsel ve kültürel öğeler ışığında gelişen insanlık, üç farklı etnik yapının insan olma özelliği altında daha yumuşak ayrımlara tabi olabilmesini mümkün kılmıştır. Eolia’da ırk ayrımı sadece antropolojik özellikler taşıyan bir farklılık durumuna indirgenmiştir. Önceleri çok eşli klanlar şeklinde yaşayan insanlık, doğal dengeye dayanan dinsel ve kültürel inanış sayesinde, klanların ırklar arası da genişlemesi ile daha büyük ve daha karmaşık bir organizasyon haline bürünmüştür. Toplumsal yapının, doğa içinde var olabilmek adına çok önemli olduğuna inanan Eolialılar, bireysel çıkar ve dinamikleri tarihleri boyunca reddetmişlerdir. Bu reddediş, daha fazla gelişen Eolia toplumunun, çok eşli klanlar halinde var olması önünde bir engel teşkil etmiştir. Zira artık toplum daha karmaşık bir yapıya sahip olması ve üretim ilişkilerinin belirginleşmesiyle birlikte doğal dengeden sapma yoluna gitmiştir. Bu noktada ekonomik örgütlenme açısından değişim esasının olmazsa olmaz bir şekilde belirdiği açıktır. Eolia’lılar artık avcılık ve toplayıcılık dışında üretim yapar duruma gelmiş ve üretilen ürünlerin nasıl bölüşüleceği sorunsalı ortaya çıkmıştır. Doğal denge esasına göre, ihtiyaç temelinde bir değişim sistemi öngören Eolia’lılar, bu değişim sisteminin karmaşıklaşmasıyla, üretilen her bir malın, tek bir mal cinsinden ifadesi yönünde bir değişim mekanizmasını mantıken doğru bulmuş ve bunu uygulamaya koymuşlardır. Bu noktada her mal, tüm Eolia’da geçerlilik kazanan tek bir mal cinsinden hesaplanacak ve ekonomik hayatta değişim bu mal üzerinden yapılacaktır. Kullanışlı olması, az olması ve dayanıklı olması nedeniyle altın, bu değişim için ortak mal, meta olma yolunda Eolia toplumu açısından ekonomik yaşamı basitleştirmek adına benimsenmiştir. Bu çerçevede Eolia ekonomik hayatı altın ve altının simgesel formu olan Para ile tanışmıştır. Başlangıçta üretim ilişkileri açısından büyük bir kolaylık sağlayan para sistemi, zaman içerisinde toplumsal işbölümünün gelişmesi ve sermaye birikiminin artması sonucunu doğurmuştur. Üretimdeki bu fazlalık ve sermaye birikimi tarihsel süreç içerisinde Eolia’da, diğerleriyle aynı konumda olmasına rağmen, daha fazla mal ve hizmet satın alabilen ve daha fazla üretken alet oluşturarak daha fazla üretim yapabilen üreticilerin oluşmasına neden olmuştur. Bu fazla üretim, fazla üretimi yapan üreticileri, ürettikleri malların dışındaki sektörlerde üretim yaparak diğer malları da üretir hale getirmiştir. Bu sistem zaman içerisinde Eolia sisteminin kültürel yapısıyla ve yukarıda bahsedilen bireysel çıkarların reddedilmesi algısıyla çelişir duruma gelmiştir. Artık toplum içinde parayı elinde tutan ve bunu sermayeye çevirerek kendi ürettiği mallar dışında da mal üreten kesimin varlığı, diğer üreticileri mal üretemez hale getirmiştir. Çünkü başka mallar da üretmeye başlayan sermayeye sahibi üreticiler, diğer (başka) malların da üretebilmeleri sonucu o malların olduğu pazarlarda da söz sahibi konumunda olmuşlardır. Bu süreç, paraya ve dolayısıyla sermayeye sahip olmayan üreticileri, sermaye sahibi olan üreticiler karşısında güçsüz konuma düşürmüş, parasal bir düzende yaşayabilmek adına, büyüyen üretim organizasyonlarında vasıfsız üretici konumuna getirmiştir. Dolayısıyla, toplumun bir kesimi açısından üretim süreci, kendi sahip olduğu üretim araçları ile daha fazla sermaye elde den bir organizasyon ortaya çıkarmış, diğer kesim açısından da kaybedilen sektörler ve uzmanı oldukları bu sektörlerde, işçi konumuna gelen vasıflı (sermayesiz) üreticileri doğurmuştur.

Tarihsel düzlemde var olmayı hem toplumsal yaşamda insan hem de doğa ile uyum içerisinde olmaya bağlayan Eolia kültürel yapısı, para ile ortaya çıkan bu yeni eşitsiz dinamiğe karşı tepki göstermekte gecikmemiştir. Doğal olarak parasal sistem içerisinde ayrıcalıklı konuma gelen üreticiler, bu ayrıcalıklı konumlarından vazgeçmek istememişler, vazgeçmemek adına mücadele etmişlerdir. Ancak sosyal yapıdaki denge inancının varlığı, ortaya para yok edici bir akımı çıkarmıştır(2). Para yok edici akımın Eolia ülkesinde gitgide yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan çatışma hali, Eolia toplumunun ortak bir karar ile paranın ortadan kaldırılması fikrini benimsemesine neden olmuştur. Zira Eolia toplumu tarihsel ve kültürel birikimi içinde bireysel çıkarların reddedilmesi düşüncesini benimsemiş ve bu doğrultuda, bireysel çıkarların gözetilmesi ve fazlalaşması ile Eolia toplumsal yapısının eşitsizlik durumuyla karşı karşıya kalacağını fark ederek, toplumsal dinamiklere müdahale etmiştir.

Ancak paranın ortadan kaldırılması ile tekrardan bir değişim sorunu ortaya çıkmıştır. Çeşitli mallara olan talebin az olması ve çeşitli malların daha fazla üretilmesi, parasız bir toplumda değişimin sağlıklı yapılabilmesi önündeki en önemli engellerdir. Dolayısıyla Eolia toplumu, bu problemin çözümünü gerçekleştirebilmek adına, ulusal üretim havuzu denen bir kavramı ortaya koymuştur. Eolia ülkesinin tarihsel süreç içerisinde geçirdiği değişimler kısaca açıklandıktan sonra, bu ülkenin günümüzdeki işleyişinden bahsetmek anlamlı olacaktır.

Üretilen ürünler, talep ve arz belirlenerek üretilecek ve nihai ürünler bir üretim havuzunda toplanarak piyasaya sunulacaktır. Kişi, üretim süreci içinde yer almış olması sıfatıyla bu ürün havuzundan ihtiyacı kadarını almaya hak kazanacak ve sistem içindeki eşitlik, Eolia sosyal yapısını örselemeden devam edebilecektir. Bu noktada, doğal denge içerisinde yeni bir toplumsal örgütlenmenin parasız bir şekilde var olabilmesi açısından, Eolia ülkesinde çalışmak, sistem içerisinde var olabilmek adına önemli bir hale bürünmüştür. Çalışma süreci, kültürel açıdan bakıldığında, doğanın kendi üretimi (örneğin tohumun filizlenmesi), hayvanların avlanması, gündüz ve gecenin değişimi gibi, insanın topluma ve doğaya sunduğu bir gerekliliktir. Ancak Eolia’da çalışma kavramı günümüz endüstri toplumu gibi bir çalışmadan uzak, kişinin çalışmanın sınırını daha fazla belirleyebildiği, ürün ve üretim sürecinde daha fazla etken olduğu bir anlayışın yansımasıdır. Bu noktada Eolia’da insanlar nasıl ihtiyaçları kadar tüketiyorlarsa, ihtiyaçlarını üretecek kadar çalışacaklarının bilincindedirler. Bu ihtiyacın somut olarak tespiti çalışan kişinin kendisine bırakılmıştır. Kişi istediği ölçüde aylaklık edebilir, (aylaklık tembellikten farklıdır) ancak tükettiği kadarını üretim havuzuna koyuyorsa bu sistemin devamı açısından yeterlidir (3)

Eolia'da çalışmak varlık sebebi olduğundan çalışabilecek durumda olanlardan hiç kimse çalışmamayı düşünmez. Çalışamayanların ise bakımı tamamen ücretsiz olarak devlete aittir. Eolia, özel işletmelerin ve paranın bulunmadığı, dolayısıyla "kar" güdüsünün olmadığı bir toplumdur. Her şey devlet tekelindedir. Üretilecek ürün miktarına, üretilecek ürün cinsine planlanmış birimler, yani devlet karar verir. Bir kimse, işçi, çöpçü, müzisyen, kütüphanecilik, market görevlisi, öğretmenlik mesleklerinden birini seçebilir. Daha doğrusu küçük yaştan itibaren hangi mesleğe yatkın olduğu ve ne seçeceği doğrultusunda yönlendirilir. (Eolia ülkesinde yazılı bir kanun metni olmadığından, insanlar edinilmiş ve öğrenilmiş kurallara bağlı olduğundan; Hukukla ilgili meslekler; Avukatlık, Hâkimlik, Savcılık yoktur. Zira para olmadığı için büyük çaplı suç da yoktur. Kimse kimsenin malını çalmaya yeltenmez, eğer ki o mala ihtiyacı varsa, satıldığı birimden ihtiyacı kadar temin eder. Sadece her kentin belirli bir denetim mekanizması vardır. (Örneğin alkol alınca yaşanan olaylar, ruhsal sıkıntılardan kaynaklı düzeni bozucu unsurlar bu departmanca değerlendirilerek ilgili terapi kurumuna yönlendirilir.)

Her meslek eşit derecede saygınlık görmektedir. Zira öğretmen olan bir insan çöplerini topladığı ve çöpleri dönüştürme bilgisine sahip olduğu için çöpçüye saygı duyar. Para kavramı olmadığı için kariyer gereksinimi de yoktur. İnsanlar yetenekleri ve ilgileri doğrultusunda ilgili birimlerce eğitimleri boyunca gözlemlenerek doğru mesleğe yönlendirilirler. Bu sebeple kariyer yüzünden yanlış mesleklere yönlendirilen insanların para için sevmedikleri işi yapma sıkıntıları ortadan kalkmıştır. Tüm mesleklerin üretim çıktısı, ulusal ürün havuzunda değer olarak birikir. Yani ülkedeki tüm üretim, yeniden üretim payları ve üretim maliyetleri çıktıktan sonra tekrar dağıtılır. Normal kapitalist sistemde, patronun işçinin artı-değerine el koyması sonucu kar etmesi, Eolia sisteminde olmadığından, artı-değer parasal olarak değil de, tüketme hakkı olarak tüm çalışanlar tarafından bölüşülür. Ulusal ürün havuzu ülkede belli bir dönemde üretilen her ürünün değer anlamında biriktiği bir havuzdur. Para olmadan bu havuz değer anlamında nasıl belirlenir? Bir insanın ortalama günlük ihtiyacı X kaloridir. Eğlence için Y birim onu psikolojik olarak iyi tutar. Kültür faaliyetlerine Z birim ayırmalıdır. Yani bir insanın bedensel ve ruhsal iyilik hali için ne gerekiyorsa bu havuzdan temin edilir. Konuyu biraz daha ayrıntılandıracak olursak; Fabrikalar yine üretim yapar. O ürün yine dağıtılır. Sanki özel firmalarınmışçasına marketlere gelir. Her insan kendi ihtiyacı kadarını marketten alır. X, Y, Z ölçü olarak standart insan birimleridir. Elbette ki her insanın ihtiyacının X, Y, Z ile denk olması mümkün değildir. Bir insan diğerinden daha fazla tüketebilir. Daha fazla alkol, ekmek, yumurta alabilir. Kısacası herkes Eolia'da markete gider, günlük veya haftalık alışverişini yapar ve çıkar. Burada önemli ölçüt herkesin ihtiyacı kadar ürünü marketten almasıdır. Zira kişilere ödenen ücret para değil, çalıştığı için hayatını idame ettirme hakkı, yani parayla satın alınacak “şey”leri alma hakkıdır. Farklı mesleklerin farklı formatta ürün üretmeleri ama aynı somut ürünleri tüketiyor olmaları da sorun yaratmamaktadır. Zira öğretmen kendi mesleğinin ürününü ürettiği için marketten ekmek ve süt alma hakkına sahiptir. Aynı şekilde süt üretimi için devletin fabrikasında çalışan işçi de sütü ürettiği için marketten süt alma hakkına sahiptir. Sonuçta süt üreten işçinin çocuğu da öğretmen tarafından eğitilecektir. Mikro düzeyde soyut ve somut ürünlerin toplandığı havuzdan kasıt budur. Kişilerin farklı oranda tüketiyor olması da artı değer kavramının olmaması dolayısıyla genel anlamda bir ekonomik kriz yaratmayacaktır. Çünkü üretim tüketime denk veya daha fazla olacaktır. Zira kar güdüsünün olmaması bu çeşit bir planlamayı yapmaya olanak sağlayacaktır. Zira markette satılmayan ürünler zarar olarak ekonominin sırtına binmez. Sistem her ihtimale karşı daha fazla ihtiyaç olabilir parolasıyla daha fazla ürünü piyasaya sürer. Bu sistemin yürümesi için gerekli olan tüm aracı kurum ve faaliyetler de yine bu havuzdan karşılanırlar. Zira artı değer, yine kendi içinde para dışında, değer olarak bölüşülür.

Eolia kentleri, bizim anladığımız anlamda kentlerden kısmen farklıdır. Kent merkezleri devlet ile alakalı kurum ve kuruluşlarının binalarının bulunduğu kentin çevrelerinde ise kent halkının yaşadığı müstakil evlerden ve bahçelerden oluşan bir kent yapısı vardır. Herkes devlete ait olan evlerde oturur. Ancak oturduğu evin aynı zamanda sahibidir. Her ev bahçelidir. Çünkü Eolia toplumu ne kadar sanayileşirse sanayileşsin, insanın toprakla bağının kopmaması gerektiğinin bilincindedir. Bu yüzden her ev kendi ihtiyacı kadar olan sebze ve meyveleri kısmen de olsa üretir. Bu endüstriyel bir toplumda zorunluluk olmasa bile, toplumsal bir sorumluluğun yansımasıdır. Zira Eolia'da doğan her çocuk çevre ve doğa bilincine sahip olmalıdır ki kendi yaşadığı alana saygı duyabilsin. Aile üyeleri çoğaldığında başka bir eve geçmek mümkündür. Bu yüzden kentler daha geniş bir alana yayılmıştır. Toplu taşım, kişisel taşımacılıktan daha çok rağbet gören bir şeydir. Zira kentlerin her alanına ulaşan toplu taşımacılık mevcuttur.

Eğitim sistemi olarak Eolia; kendi gençlerini ilgili oldukları alana yönlendirme ve bunun yanında bütünsel bir eğitim verme amacını üstlenmiştir. Çocuklar ilkokuldan itibaren gözlenir ve çeşitli sınavlarla ilgili oldukları alan belirlenir. Liseden sonra her genç ilgili olduğu mesleğin okuluna yönelir. Bu sebeple ülkede üniversitelerin aynı bölümlerinin çokluğundan ziyade, mesleki yüksekokulların çokluğu söz konusudur. Ayrıca mezun durumundaki gençler son iki yıllarını bilfiil üretim içinde geçirerek, ekonomik anlamda ortaya çıkacak işgücü ihtiyacını da doldururlar. Ve meslek öğrenimini iş sürecinde öğrendiklerinden, işe alışma süreleri kısalmaktadır.

Eolia'da insanlar mutludur. Çünkü para yoktur. Herkes işine gider, gelir. Herkes ihtiyacı kadarını tüketir. Kültür ve sanat faaliyetleri yaygındır. Parasal kaygı olmadığından sanatçılar kendi içlerindeki özü eserlerine yansıtırlar. Parasal kaygı olmadığından bilimsel eleştiriler daha doğru, sanatsal ürünler daha başarılıdır. Çünkü sanatkâr veya bilim adamı, aç kalma, işsiz kalma telaşı içinde olmadığından üretkendir. Bilim adamı ile çöpçü arasında nitel bir fark da söz konusu değildir. Çünkü Eolia eğitim sistemi, bu iki meslek grubu arasındaki entelektüel farkı büyük ölçüde kapatmıştır. Elbette ki bilim adamı bir çöpçüden daha fazla şey bilecektir, bu işinin gereğidir. Ancak kapitalist toplumun aksine burada para olmadığından, bilgi iktidar getirmeyecektir. Keza çöpçü ile bilim adamının adil bir düzende yaşıyor olmaları her zaman eşit olacakları anlamına gelmemektedir. Zira adalet ile eşitlik birbirlerinden farklı kavramlardır. Adil olan her zaman eşit olmak zorunda diye bir olgu söz konusu değildir.

Eolia ülkesi üzerine çok şey yazılabilir. Muhtemelen birçok okuyucu bu ütopyayı eleştirecek birçok nokta bulacaktır. Büyük ihtimalle "İnsanlar her şey bedavaysa marketten bir sürü şey alırlar, bu insanın doğasında var" şeklinde eleştiriler gelecektir. Para olmayınca ve insan istediğini istediği zaman alabilecekse, neden gidip her şeyi alsın ki? Sadece ihtiyacı kadarını alır. İşte tüketim arzumuzu devamlı coşturan, bizi her şeye sahip olmaya iten yine sistemin kendisidir. Doğanın kendi işleyişine bakıldığında insanı diğer hayvanlardan ayıran önemli bir fark vardır. Doğadaki her canlı kendi ihtiyacı kadarını öldürür. Aslan, bir ceylan sürüsüne saldırdığında sadece karnını doyuracak kadar tüketir. Sürünün diğer elemanlarını parçalamaz. Zevk için öldürmek hayvan âlemi için geçerli değildir. Ancak insan günümüz sistemi bünyesinde hep daha fazlasını istemiş, para sebebiyle de dünya üzerinde kanserleşmiş bir tür olmuştur. İnsanın doğası, insanın diğer canlılar gibi aslında sadece ihtiyacı kadar tüketen bir canlı olması yönündedir. Ama para kavramı getirdiği erozyon ile insanın doğasını değiştirmiştir. Bizler hep ihtiyaçların sınırsız, kaynakların ise sınırlı olduğunu öğrendik ve kabul ettik. Hâlbuki bu, sistemin ekonomisinin meşruiyetini sağlamlaştıran bir söylemdir. "Kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar sınırsızdır." Peki insan sınırlı kaynakların olduğu bir dünyada, ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu nerden bilebilir ki? Bir kimse ancak kendi kaynakları sınırsızsa kendi ihtiyaçlarının da sınırsızlığını fark eder. İnsan Para'nın egemen olduğu bu sistemde çoğu ihtiyacını gideremiyorken, ihtiyaçların sınırsız olduğu savı ne derece gerçektir ki? Giderilemeyen ihtiyaçlar mı sınırsızdır? Ama sistem bize daima tüketmeyi, yeniden tüketmeyi öğütlüyorken, ihtiyaçların sınırsız olduğu kandırmacasını bize yutturmasından daha doğal bir şey olmayacaktır. Zira insan sınırsız bir tüketici olmalı ki, üretimin nihai amacı olan tüketim gerçekleşebilsin ve sistem paranın hegemonyası üzerinden sürdürülebilsin. İnsanlık bu tüketim çılgınlığında Para denilen tanrının kölesi olmaya, onun için kendi insanlığından vazgeçmeye devam edebilsin...

Sonuç olarak insan kendi yarattığı olgulara tapmaya devam ettikçe, gerçekten insan olamayacaktır. İnsan, sadece insan olması sebebiyle insan olan, kendi yaratılarının bilincinde olan, onların esiri olmayan insandır. Cüzdanında taşıyıp satın alabilme gücü oranıyla ilahlaştırdığı kutsallıklara değil, Güzel günleri kendisinin kendisine vaat edeceğine inanan insandır. İşte insan ancak o zaman Eolia'lı olur.
----------------------
(1) Eolia, tarihsel süreç içerisinde, kültürel gelişimi neticesinde, kendi bünyesinde bulunan ırksal ayrımları çok küçük bir düzeye indirdiğinden, bu ırklar ve özellikleri üzerinde durulmamıştır.
(2) Bu akım bildiğimiz tarihteki makine kırıcılığına benzetilebilir. Ancak makine kırıcılığı sermayenin veya üretim araçlarının mülkiyetinin kimde olduğuna yönelen bir tepki olmak yerine, üretimde etmen olan makinelere yönelen bir tepki şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunun aksine Eolia toplumunda ortaya çıkan para yok ediciliği, bilfiil paranın kendisine yönelik bir harekettir. Zira paranın metalaşarak, emek ve üretim araçlarıyla üretken sermayeye dönüşmesi, bu noktada artı değerin oluşması süreciyle tekrar üretilen meta ve yine kar eklenmiş para olarak belirmesi, günümüz kapitalist sistemi açısından para ve meta ilişkisi çerçevesinde ortaya çıkan bir süreçtir. Bu noktada paranın yok edilmesi, tüm bu süreci ortadan kaldırarak, para yerine emek algısının ortaya koyulması istencinin bir ürünüdür. Para yok edildiğinde metanın kendisi salt emek ile üretilmiş olma özelliği ile belireceğinden, değişim değeri ortaya çıkmayacak ve üretken sermayenin belirmesini engellenecektir. Bu da kapitalist toplumun ilerlemesine neden olan kullanım değeri ve değişim değeri arasındaki farkı gidererek, artı değerin ve karın oluşmasını engelleyecektir. Dolayısıyla Eolia’da para yok ediciliğinin özünde doğal dengeye ve sosyal yapının bu denge bozulmadan devamına yönelik ortak bir algı söz konusudur.

(3) Elbette ki Eolia ülkesindeki herkesin somut ürünler üretip, bunları tüketmesi beklenemez. Kimileri müzisyen, kimileri öğretmen, kimileri de çiftçi olacaktır. Burada önemli olan kişinin ne üreteceği değil, kişinin ne tüketeceğidir. Eğer kişi kendi tükettiğini aşağı yukarı biliyor ve kendi ile aynı malı üretenlerin sayısını da biliyorsa, yani piyasa ile ilgili tam bir bilgiye sahipse, toplumsal tüketim açısından ortaya konulacak genel bir ürün miktarına da vakıf olacaktır. Burada temel ölçüt kişinin kendi üretim sürecine hâkim olması, bunu planlaması ve buna yönelik toplumsal talepten de haberdar olmasıdır. Günümüz dünyası açısından baktığımızda, bilgi teknolojileri veri alındığında, piyasa ile ilgili bu verilerin bilgi süreci içinde dağıtılıp planlanması pek zor görünmemektedir.