27 Şub 2009

Kilit



Şarkılar duyuyorum eskilerden. Alıp götürdüğü yerlerde ben yokum. Ama yok da değilim. Özlediğim şey ne bilmiyorum?

(....Açık bir kapı...)

En kısa zamanda bir ilaç içip tüm ruhsal çalkantılarımdan kurtulup dimağı temiz bir insan olmak, haketmediğim şeyleri yapmamak istiyorum.

(Biri onu artık kapatmalı...)

Ezgilere kendimi kaptırıp bazen o günler geri gelsin istiyorum. Takıntısızca, ağzımızdan taşarcasına şarkılar haykırdığımız o günleri özlüyorum böyle anlarda. Kadehlere yumulup da gülüp küsüştüğümüz, kıskandığımız, kıskanıldığımız, elle tutulur biçimde varlığımızı sahiplendiğimiz o günleri.

(Güzel olan herşey gibi...)

Tamamen eskiye dönüp herşeyi yeniden yapmak; yaptığım tüm hatalardan kurtulmak istiyor, ve bu takıntılı hikayeyi burda mühürleyip kilitliyorum.

(Bu da artık çok fazla kurcalanmamalı...)

Söz veriyorum...

26 Şub 2009

resurrection


Uzun bir zamandır elim dolayısıyla ara verdiğim yazma işine, alçım çıktıktan ve hafifçe elimi kullanmaya başladıktan sonra tekrar dönme kararı aldım. Öncelikle belirtmeliyim ki genel durumumda sıkıntılı bir hadise yok. Fizik tedavi sayesinde donuklaşan parmaklarımı bir piyano virtüözü gibi kullanabilme yolunda emin adımlarla ilerliyorum. Alçımı herhangi bir insan evladının kafasında parçalamadan çıkarttığım için de memnunum. Zira "memleketimdeki insan manzaraları" azıcık izlendiğinde değil alçıyı herhangi birinin kafasında parçalamak; ayakkabısını çıkarıp da fırlatası geliyor insanın. Birincisi bu memlekette kapı tutma ve arkadan gelene bu anlamda nazik bir selam verme kültürü yok. Hadi devlet daireleri, sinema salonları, mağazalar gibi kamuya açık toplu alanlardaki bu nezaketsizliği bir dereceye kadar anlarım. (Anlamam da anlar gibi yaparım.) Yahu insan hastane kapısını da arkasından gelene bakmadan "güm" diye kapatır mı? Bir kez olsun "Şu kapıyı tutayım da arkamdaki yadigar olsun" demez mi? "Kapı hakkı" hep mi birilerinin kardeşim? Yemin ediyorum iyi dayandım. Tabi sıkıntı sadece kapı tutma hadisesi ile son bulmuyor. Bunun bir de dolmuş versiyonu var. Es kaza ön tarafa oturmuşsanız, bir eliniz alçılı, diğer elinize de bilimum sağlık karnesi, röntgen, dosya ve benzeri bir çok aparat güç bela sığışmışsa. Arkadan uzatılan parayı ön tarafa geçirmek yönündeki iletken kişi olma misyonu sizi fazlasıyla zora sokabilir. Tamam! Zora gelmek konusunda herhangi bir sorunum yok. Hamama giren terler hesabı buna katlanabilirim. Ama bir de bu konuda ısrarcı bir dolmuş ahalisi var ki; kendilerine, uzatmam yönündeki dördüncü ısrarlarından sonra nihayetinde ağzımı açarak, "Bey amca gel buraya koy, öyle uzatayım. Görmüyo musun kolum alçıda yahu?" diyebildim. İçimden neler dediklerimi ise "hardcore" malzemelerin barındığı bir mekan olmasın diye bu blog, yazmamayı tercih ediyorum. (Yaşasın, artık "hardcore" yazan herkes benim bloguma gelecek. Bu vesileyle memleketin kültürel dokusunda ciddi patlama yaşatmayı bekliyorum. Sivilce misali. )

Sonuç itibariyle alçıyla geçen iki aydan sonra alçısız yaşamanın muhteşem birşey olduğuna kanaat getirdim. Canım istediğinde banyo yapabilmek, taharet musluğunu pantolonum ayak bileklerimdeyken akrobatik hareketler yapmadan açabilmek, ekmek bölebilmek, (Taharet musluğundan direk ekmek bölme kısmına atlamam okuyucuda sıkıntı yaratmasın. Zira taharet hadisesinden sonra arada başka bir musluk daha mevzubahis oluyor. Endişe etmeyin), kola kapağı açabilmek ve hatta kapağın içindeki plastiği sökerek ilgili kodu herhangi bir telefon numarasına postalayarak hediyeler kazanmayı bekleyebilmek gibi bir çok lükse tekrar kavuştum. O yüzden mutluyum.

Mutlu olmamın diğer bir nedeni de hala raporlu olduğum için yatışa devam etmemdir. Arz ederim.